28 Temmuz 2008 Pazartesi


İnsanın kendini rezil etme kapasitesinin sonsuzluğu, bu konuda sınırları zorlayabilme şerefine erişmişlerin mi malumudur, yoksa zannedildiğinden de kapsayıcı bir durum mudur? Peki olmamışlık hissi, herkesin geçirdiği bir çocukluk hastalığı mıdır yoksa sadece bazılarının hayatını belirlemekle mi meşguldür? İnsanın kendisini sonuna kadar açmasının bir faydası var mıdır? Ya da bu işin sonu nereye kadar varır? Özeldi, geneldi ayrımını belirleyebilmiş kaç talihli bulunabilir? Ve benzeri sorular, beyaz yakalı olmanın hissiyatını yaşattığı için garip bir biçimde kendimi rahat hissettiğim işyerimde (işsiz bir beyaz yakalı olmanın ne demek olduğunu bildiğim için muhtemelen böyle bir rahatlık sözkonusu) beynime üşüştü. Dolup taşma kavramının anlamsızlaştığı sanal mekana ben de sığışayım dedim. Başka da bir sebep ararsanız ben kendim bulamadım ki başkalarına söyleyeyim.

1 yorum:

Cengiz Alkan dedi ki...

Bon Scott’un kendi kusmuğunda ölmüş olması “rezil” bir durum mudur? Ya da George Simenon’un birlikte olduğu kadınların sayısını “binlerce” diye ifade etmesi (“binlerce”!!!)? Ali Poyrazoğlu’nun 70’lerde seks filmlerinde oynaması? Elli yaşından sonra bir adamın saç ektirmesi? Birinin kırk yıldır savunduğu siyasal görüşlerini terk etmesi? Bir diğerinin en sevdiği arkadaşının dedikodusunu yapması…

Ya da seçimi kaybedip de “iktidarı vermem” diyen Mugabe… “Beyaz yakalı olmanın hissiyatını yaşattığı için garip bir biçimde kendini rahat hissettiğin işyerinde”ki tek derdi kendi bekası olan “beyaz yakalı” bir müdür… Küçücük çocuklara tecavüz edip, filmlerini internetten satan bir adam. Hitler, Stalin, Talat Paşa, Karaciç…

Malum ‘rezil’; “adi, alçak, hayâsız…” olandır ya. Kimin hangi davranışlarının adice, alçakça, hayâsızca olduğu tabii meşrebimize göre değişir. İlk paragrafta verdiğim örnekleri standart alınca ben pek de “rezil” bir durum görmem; belki kimileri “nahoş”, “farklı” ya da “hayatın zorlamaları” … diye tanımlanabilir; ama o kadar. Asıl “rezil”e denk düşen ikinci paragrafta verdiğim örnekler. Muhtemeldir ki sen bunları kastetmiyorsun; öyle olsaydı bir “yorum”a bile gerek görmezdim. Heyhat diğerleri için de bir “abartı” görüyorum. Kimi “farklı”, “nahoş”, “hayatın zorlamalarından kaynaklı” seçimlerimizi “sınırları zorlayabilme şerefine erme”yle kutsamak abartılı bir duygudaşlık gibi geliyor. Hele “zannedildiğinden de kapsayıcı bir durum” olduğunu hiç sanmıyorum. Olsa olsa edebiyatın, sanatın ve psikanalizin malzemesi olabilecek potansiyeller taşır.

“Olmamışlık hissi”, “özgürleşme”yi salt siyasal-toplumsal bir ideal olarak değil aynı zamanda bireyin kendini her gün yeniden yaratması, sonu olmayan bir “oluş” olarak kavramsallaştırmanın saikidir bana sorarsan. Yani hayırlı bir şeydir. Ve muhtemeldir ki “bazılarının hayatını belirlemekle meşgul” olmaktan ziyade bazıları “bununla” meşguldür? Bu ‘blog’un da bu “olmamışlık hissi”ni diri tutması bahsinde işlev görmesi de bir temennidir, ayrıca.

cengist