2 Şubat 2011 Çarşamba

Hezeyanın üçüncü boyutu


ABD'lilerin sinema salonlarındaki davranış kodlarını şimdi daha iyi anlıyorum. (bkz.: Scream 2 - açılış sahnesi) Bir filmin yarısına doğru, elinizdeki su şişesini perdeye fırlatmak istiyorsanız, yanınızdaki arkadaşınız sıkıntıdan 3D gözlüğünü farklı şekillerde takma olanaklarını hayata geçirmeye başlamışsa o filmde bir şeyler ters gidiyor demektir. TRON gibi bir filmden bahsedip de ondan bir görsel kullanmıyor olmam da yeterince açıklayıcı zaten. Ya da TRON'un en cezbetmesi gerektiği yerde de çuvalladığının bir başka kanıtı. Tabii ki üzerine nefret yazısı yazacak kadar ciddiyete layık bir işle karşı karşıya olmadığımın farkındayım. Ama sorun da tam burada. Üstün yeniden yapımlar (ya da söz konusu dünyanın, daha üstün koşullarla yeniden ziyaret edildiği filmler, artık nasıl adlandırırsanız) niye her şeyi ciddiye almanın derdinde? Zira bu hastalıktan kurtulurlarsa gayet de eğlenceli olunabiliyor, herkes memnun edilebiliyor. Misal, ismini hatırlamadığım bir eleştirmenden apartayım, yeni Charlie'nin Melekleri, orijinal dizide en iyi şeyin jeneriği olduğunun bilincindeydi de eğlenceyi ıskalamadı. Orijinal TRON'un da cezbedici yanı ilkel bilgisayar animasyonları, naif 80'ler futurizmi... Üzerinden Star Wars'vari bir mit yaratılmaya çalışılan hikayesi değil. Dünyanın gidişatına yönelik yoruma olanak sağlaması, hiç değil. Korkuyorum, bu kafa Beyond the Valley of the Dolls'u da ayrıntılı bir karakter analizi olarak ısıtıp tekrar önümüze koyacak.

31 Ocak 2011 Pazartesi

80'lere dair hezeyanların bir örneği olarak...


Abartmasam da olur, son zamanların en hoş tesadüflerinden birisi değildi. Ancak üç gün boyunca tıkılı kaldığım evden çıkmamı engelleyecek, son derece gerekli işleri ertelememe sebep olacak kadar da cazip bir seçenekti, televizyonda 'Staying Alive'a rastlamak... Aslında 80'lerden kalma bir gülünçlük abidesini tercih edip hayati meselelerime boşvermek, kendimle ilgili bayağı bir şey söylemeli; oturup bunun üzerine düşünmeliyim. Ama bu başka bir blogun konusu (muhtemelen hiç okunmayacak bir blogun; zira blog-buddy'm Diloy'un dediği gibi 'Morrissey olmadığın sürece kimse senin kişisel hezeyanlarıyla ilgilenmez). Bu bloga yakışan, pür 80'ler fantezisi 'Staying Alive'ın - ne yazık ki bu kelimeye bel bağlamak durumundayım - ışıltısını hatırlatmak. Yönetmen Sylvester Stallone'nin anlamsız cameo'su bir yanda, gayet şematik ilerleyen hikayesini finaldeki bol lazerli, Halikarnas'tan fırlamış gibi duran Broadway gösterisinde özetlemedeki işçiliği diğer yanda... Saf 80'lerin sindiği çoğu şeyde olduğu gibi, neyin gülünç olduğunun tam anlaşılmadığı, gülünçlükle vefa gösterme isteğinin karışımı bir örnek olarak 'Staying Alive' da 'Kronik Hezeyanlar'ın kapsamında.
Not: Televizyonda 'Dirty Dancing'e denk gelinirse, sadece filmlerin isimleri değiştirilerek aynı yazı bir kez daha dikkate alınabilir, mahsuru yoktur...